meme kanseri

Meme Kanseri

Meme kanseri kadınlar arasında en sık karşılaşılan kanser türüdür. Sıklığı sürekli artış göstermektedir. Sadece ABD’de her yıl 200 000 yeni mem kanseri olgusu ortaya çıkmakta, her yıl yaklaşık 45 000 kadın meme kanseri nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Tüm dünyada her yıl meme kanserinden ölenlerin yaklaşık 700 000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Her 8-10 kadından birinin yaşamı süresince kansere yakalandığı bildirilmektedir.

Yayılım göstermeden, erken dönemde tanı konması durumunda, hastaların yalnızca %5’i ilk 5 yıl içinde yaşamını yitirmekte, %95’inden fazlası hayatta kalmaktadır. Tanı yöntemlerindeki hızlı ilerlemelere karşın meme kanseri özellikle 35-55 yaş grubu kadınlar arasında önde gelen ölüm nedeni olamaya devam etmektedir

MEME DOKUSU

Meme kanseri kadınlarda en sık karşılaşılan kanserlerden biridir. Meme kanserinin oluşum sürecinin anlaşılabilmesi için meme dokusunun özelliklerinin bilinmesi yararlıdır.

Her meme “lob” adı verilen 15-20 bölümden oluşmaktadır. Her “lob” daha küçük alt bölümleri, “lobül”leri vardır. Her bir lobülde de düzinelerce bezden süt salgılanmaktadır. Loblar, lobüller ve süt salgı bezleri, “dukt” denen ince tüplerle birbirine bağlıdır. Bu tüpler meme dokusunun ortasındaki meme başına (areola) ulaşır. Lobüller ve dukt’ların çevresini yağ dokusu sarar. Mem dokusu içinde kas yoktur, kaslar mem dokusunun hemen altında yer alır, kaburgaların üzerini sarar.

Tüm dokular gibi memelerind e kendilerine ait kan ve lenf damarları bulunmaktadır. Lenf damarlarının içinde “lenf” adı verilen berrak bir sıvı bulunmaktadır. Lenf damarları lenf bezlerine (lenf nodu) gider. Lenf bezleri kümeler halinde koltuk altında (aksilla) kümelenmiştir. Bedenin başka bölgelerinde de lenf bezi kümeleri bulunur.

MEME KANSERİNDE RİSK

Otuzbeş yaş altı dönemde son derece seyrek olarak karşılaşılan meme kanserine yakalanma riskinin yaşla birlikte arttığı bilinmektedir. Çoğu meme kanseri 50 yaşın üstünde ortaya çıkmaktadır.

Araştırmalar aşağıdaki durumlarda meme kanseri riskinin yükseldiğini ortaya koymaktadır:

Daha önce meme kanseri geçirmiş kişiler. Bu kişilerde yeniden kansere yakalanma riski yükselmektedir.

Aile öyküsü. Anne, kız, ya da kız kardeşte özellikle de genç yaşta meme kanseri öyküsü olan kişilerde meme kanserine yakalanma riski artmaktadır.

Memelerde ortaya çıkan belirli değişiklikler. Meme dokusunda “atipik hiperplazi” ve “insitu lobuler karsinom” gibi tanı alan değişikliklerin bulunan kadınlarda meme kanseri riski yükselmektedir.

Genetik. BRCA! Ve BRCA2 gibi mem kanseri ile ilişkili olduğu gösterilmiş bulunan belirli genlerdeki değişikliklerin kanser oluşumuna yol açtığı bilinmektedir. Bazı durumlarda ilgili genleri inceleyen genetik testlerden tarama amacıyla yararlanılabilmektedir.

Meme kanseri ile ilişkili bulunan diğer bazı faktörler de şunlardır:

Östrojen. Bilimsel kanıtlar, bir kadının östrojene maruz kalma süresi uzadıkça meme kanserine yakalanma olasılığının da artığını göstermektedir. Bu östrojen beden kaynaklı olabileceği gibi, dışardan da veriliyor olabilir. Erken dönemde adet görmeye başlayan (12 yaşından önce), ya da 55 yaşından daha sonra adetten kesilen kadınlarda, hiç çocuk sahibi olmayan kadınlarda, uzun süreli “hormon replasman tedavisi” alan kadınlarda meme kanseri riskinin arttığı bilinmektedir. Bütün bu durumlar, östrojen maruziyetinin arttığı durumlardır.

Geç çocuk sahibi olma. İlk doğumunu 30 yaşının üzerinde yapan kadınlarda meme kanserine yakalanma riski yükselmektedir.

Meme dokusu yoğunluğu. Meme dokusunda daha fazla miktarda lobül ve kanal bulunması, mamografilerde meme dokusunun daha yoğun görünmesine yol açmaktadır. Meme kanserinin yağ dokusunda değil lobül ya da kanal yapısında ortaya çıkması nedeniyle, bu yoğun görünüm veren memelerde kanser riskinin arttığı öne sürülmektedir. Ayrıca yoğun görünüm veren memelerde, kanserli oluşumların saptanmasının güçleşmesi de bu tür durumlarda özellikle dikkatli olunmasını gerektirmektedir.

Radyasyon tedavisi. Meme dokusu radyasyona maruz kalan kadınlarda, özellikle de Hodgkin’s hastalığı için radyasyon tedavisi alan kadınlarda meme kanseri riskinin arttığı saptanmıştır. Bu maruziyet ne kadar erken gerçekleşirse, yaşam boyu mem kanserine yakalanma riski o kadar yükselmektedir.

Alkol. Bazı çalışmalarda alkol kullanan kadınlarda meme kanseri riskinin hafifçe yükseldiği iddia edilmektedir.

Meme kanseri gelişen çoğu kadında yukarda sıralanan riskler bulunmamaktadır. Ancak yaşlandıkça meme kanseri riskinin artmakta olması en önemli risk faktörü olarak öne çıkmaktadır.

TARAMA VE ERKEN TANI

Meme kanseri ile ilgili risk faktörlerini çoğu bireysel olarak kontrol altında tutulamaz. Meme kanseri konusunda bildirilen risklerin sonuçta kanser olma olasılığını bir şekilde artırdığı anlaşılmış olsa bile, bu riskler ile meme kanseri arasında, sigara içimi ile akciğer kanseri arasındakine benzer doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi kurulamamıştır.

Kadınlar risk faktörleri konusunu hekimleri ile görüşmeli, kendileri için uygun bir izlem ve tarama programının oluşturulmasını sağlamalıdır. Meme kanseri tarama programlarının meme kanserinden ölümleri azalttığı gösterilmiştir. Kadınların bu konuda etkin bir tutum almaları, tarama programlarına katılmaları yararlı olmaktadır.

Tarama programlarındaki önemli bir yöntem düzenli tarama mamografileridir. Hekim tarafından gerçekleştirilen meme muayeneleri de yararlıdır. Kendi kendine meme muayenesinin de, etkinliği diğerleri kadar yüksek olmamakla birlikte bazı durumlarda kanserin erken dönemde yakalanmasında katkısı olmaktadır.

Tarama mamografisi meme kanserinin belirtiler ortaya çıkmadan, erken tanısında bilinen en iyi yöntemdir. Mamografi diğer pek çok görüntüleme işlemlerinde olduğu gibi X ışınları kullanılarak meme dokusunun özelliklerini saptamakta; meme kanserine ait bulgusu olmayan kişilerde, meme dokularındaki değişikliklerin izlenmesinde kullanılmaktadır. Mamografiler çoğunlukla, memedeki kitleleri muayene ile belirlenebilecek büyüklüğe erişmeden önce saptayabilmektedir. Saptanabilen bulgular arasında meme dokusundaki kalsiyum birikintileri de bulunmaktadır. Kalsiyum birikintileri selim bir olaya bağlı olarak görülebileceği gibi, ince kalsiyum odakları (mikrokalsifikasyonlar) bazı kanserlerin erken bulgusu olarak da ortaya çıkabilmektedir.

Bir bölgede mamografide şüpheli olarak değerlendirilen bir alan saptandığında, ek tanı yöntemlerine gerek duyulmaktadır. Hekim gerekli görürse uygulanan yöntemlerden biri de biyopsidir.

Mamografi çok değerli bir tanı yöntemi olmasına karşın kısıtlılıkları da vardır. Bazı durumlarda bir kanser olgusu atlanabilmekte (hatalı negatif sonuç), bazı durumlarda da kanser olarak değerlendirilen bir olgunun sonuçta kanser olmadığı anlaşılabilmektedir (hatalı pozitif sonuç). Ayrıca kanserin erken saptanması, kişinin hayatının mutlaka kurtarılabileceği anlamına da gelmemektedir. Bazı hızlı ilerleyen tümörler herşeye rağmen ilerlemesini sürdürebilmektedir.

Tüm bunlara karşın, mamografi ile tarama programlarına katılmanın meme kanserinden ölümleri azalttığı pek çok araştırma tarafından kanıtlanmış bir gerçektir. Farklı uygulama örnekleri olmasına karşın genel olarak mamografinin kırklı yaşların ortalarından itibaren her yıl ya da iki yılda bir yapılması önerilmektedir.

Kendi kendine meme muayenesi yapan kadınların yöntem ve zamanlama konusunda bir hekimden eğitim almaları yararlı olacaktır, çünkü meme dokusu adet dönemleri içinde, bedendeki hormonal dalgalanmalara bağlı olarak kendi içinde değişimler gösterebilir. Kendi kendine muayeneninin adet döneminin belirli bir zamanında yapılması daha doğru sonuç verecektir. Meme dokusu elle muayene sırasında düzensiz olarak hissedilebilir. Adet dönemlerinden önce ve süresince meme dokusu gergin ve ağrılı olabilir. Bu bulgular her zaman kanser anlamına gelmez. Özellikle kırklı yaşlardaki kadınların kendi kendine muayenenin hekim muayenesi (klinik meme muyanesi) ya da mamografinin yerine geçmeyeceğini bilmeleri önemlidir.

BELİRTİLERİN FARKEDİLMESİ

Meme kanseri ilk ortaya çıktığında her hangi bir belirtisi olmayabilmektedir. Örneğin meme kanseri erken dönemde ağrıya yol açmamaktadır. Kanser ilerledikçe ve kitle büyüdükçe belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde aşağıda sıralanan değişiklikler gözlenebilir:

Meme ya da koltuk altına doğru uzanan bölgede bir kitle ya da kalınlaşma.

Memenin büyüklüğünde ya da biçiminde bir değişiklik.

Meme başından akıntı olması, içe doğru dönme gibi biçim değişiklikleri ya da ağrı-hassasiyet ortaya çıkması.

Meme dokusunda kalınlaşma, kabarıklaşma, gözenekli bir yapının görülmesi (genellikle portakal kabuğuna benzetilmektedir).

Meme, meme başı ve meme başı çevresinde (areola), sıcaklık, şişlik, kırmızılık, kabalaşma hissedilmesi.

Bu ve benzeri belirtileri hisseden ya da saptayan her kadın mutlaka doktora başvurmalıdır. Sonuçta çoğu durumda kanser bulunmayacaktır, ancak erken dönemde saptanan bir kanser olgusunda bu tutum yaşam kurtarıcı özellik kazanabilir.

TANI

Meme kanserinin tanısında hastadan alınan tıbbi öykünün ve yapılan fizik muayenenin önemi büyüktür. Hekim genel muayene yöntemlerinin dışında bazı ek yöntemler de kullanmaktadır.

“Klinik meme muayenesi” Hekim yaptığı meme muayenesi sonucunda her hangi bir kitle saptarsa bu kitlenin özellikleri konusunda pek çok özelliği saptayabilir: Kitlenin büyüklüğü, kıvamı, çevresindeki dokuyla yapışıklığı olup olmadığı, ağrılı ya da hassas olup olmadığı gibi.

Mamografi. Mamografi X-ışınları kullanılarak uygulanan bir yöntemdir. Memedeki düzensilikler, kitleler ve kalsiyum birkintileri gibi konularda önemli bulgular sağlar.

Ultrasonografi. Dokuya yüksek frekensta ses dalgaları gönderip yansımalarını algılayan ve bunları görüntüye dönüştüren ultrasonografi, hekimlikte pek çok alanda kullanılmaktadır. Meme dokusunun değerlendirilmesinde de gereğinde başvurulan bir yöntemdir. Farklı okular farklı ses yansıtma özellikleri nedeniyle bu yöntemle ayrıştırılabilmektedir: Bir kitlenin sıvı dolu bir kist mi yoksa tümüyle katı dokudan oluşan bir kitle mi olduğu kararı verilirken yararlı olmaktadır. Genellikle mamografi yöntemi ile birlikte kullanılmaktadır.

Bu yöntemler ile elde edilen verilerin ışığında başka tetkikler de gündeme gelebilir. Bunların en başında biyopsi gelmektedir.

Biyopsi. Biyopsi meme dokusunda kanserli hücreler olup olmadığının saptanabilmesi için, şüpheli bölgeden sıvı ya da doku örneklerinin alınması anlamına gelmektedir.

İnce iğne aspirasyonu (İİA). Bu yöntemde ince bir iğne kullanılarak meme kitlesinden sıvı ya da hücreler alınır. Elde edilen örnekler çok yönlü olarak değerlendirilir.

İğne biyopsisi. Özel teknikler kullanılarak, mamografide şüpheli olarak değerlendirilen ancak muayenede hissedilemeyen bölgelerden doku örneği alınarak kanser açısından değerlendirilir.

Cerrahi Biyopsi. Bu işlemde cerrah memedeki şüpheli kitlenin bulunduğu bölgeyi küçük bir kesi ile açar. Bu bölgeden ya da kitleden örnek alır. Eksizyonel biyopsi denilen işlemde, biyopsi sırasında şüpheli kitle de çıkarılmaktadır. Elde edilen doku örnekleri patoloji laboratuvarında değerlendirilir.

En sık karşılaşılan meme kanseri duktal karsinomadır: Bu kanser meme kanalları boyunca oluşur. Diğer meme kanseri tipi lobüllerde ortaya çıkmaktadır. Patoloji değerlendirmesi kanserin tipini ve çevre dokulara yayılıp yayılmadığını göstermektedir.

EVRELENDİRME

Evre 0 bazan yayılımcı olmayan kanser (noninvaziv karsinoma in situ ya da karsinoma in situ) olarak adlandırılmaktadır.

Lobüler karsinoma in situ (LCIS) lobüllerde anormal hücreler bulunduğuna işaret etmektedir. Bu anormal hücreler nadiren yayılımcı bir kansere dönüşmektedir. Ancak varlıkları, kanser riskinin yükselmesi bakımından önemli olmaktadır. Bu risk her iki meme için de geçerlidir. Bu kişilere koruyucu tedavi verilebilir. Ayrıca düzenli hekim kontrolleri de öenm kazanmaktadır. Nadiren kanser gelişimini önlemek için her iki meme de alınmaktadır. Çoğu durumda koltukaltı lenflerinin alınmasına gerek olmamaktadır.

Duktal karsinoma in situ (DCIS) duktal bölgede anormal hücrelerin bulunması anlamına gelmektedir. Bu anormal hücreler henüz kanal (dukt) duvarlarını aşıp meme dokusuna yayılmış değildir. Ancak DCIS saptanan kadınlarda yayılımcı (invaziv) kanser gelişme riski yükselmektedir. Bazı olgularda meme koruyucu cerrahi girişimi yapılmakta ve ardından radyoterapi verilmekte; bazılarında ise mastektomi ile meme çıkarılmakta, uygunsa meme rekonstrüksiyonu uygulanmaktadır. Koltukaltı lenf bezlerinin çıkarılması genellikle gerekmemektedir. Ayrıca bu hastalar koruyucu tedaviye de alınabilmektedir.

Evre I ve evre II genellikle erken tanı dönemleri olarak kabul edilir. Bu evrelerde kanser kanal ve lobüllerin sınırını aşmıştır.
Evre I’de tümör büyüklüğü yaklaşık 2.5 cm.den daha küçüktür, ve kanser hücreleri meme dokusunu aşmamıştır.
Evre II’de iki durum geçerli olabilir:

Tümör yaklaşık 2.5 cm.den daha küçüktür ve kanser koltuk altı lenf bezlerine yayılmıştır; veya Tümör yaklaşık 2.5 cm.den büyük, ancak 5 cm.den küçüktür. Koltukaltı lenf bezlerine yayılım olabilir de olmayabilir de; veya Tümör yaklaşık 5 cm.den daha büyüktür, ancak koltukaltı lenf bezlerine yayılım bulunmamaktadır.

Evre III genellikle lokal olarak ilerlemiş kanseri işaret etmektedir. Bu evrede: Meme içindeki tümör yaklaşık 5 cm.den daha büyüktür ve kanser koltuk altı lenf bezlerine yayılmıştır; veya
Kanser koltuk altı lenf bezleri arasında aşırı ölçüde yayılım göstermiştir; veya
Kanser meme ile komşuluğu bulunan diğer dokulara, aynı taraftaki lenf bezlerine yayılım göstermiştir.

Evre IV bedenin diğer bölgelerine de yayılım göstermiş (metastatik) kanserdir. Kanser tutulum gösteren meme ve aynı yöndeki koltuk altı lenf bezlerini aşmış, bedenin diğer bölgelerine de sıçramıştır.

İnflamatuvar meme kanseri az rastlanan, lokal olarak gelişim gösteren bir kanser türüdür. Dış görünüşü ile kanserden çok (yangı) inflamasyon izlenimi verir. Meme kırmıızı ve şiş (ödemli) görünümdedir. Bunun nedeni kanserli yapının memenin lenf dolaşımını engellemesi, bir tür tıkanıklık yaratmasıdır.

Nüks kanseri uygulanan tedaviye rağmen ilk kanserin yeniden ortaya çıkmasıdır. Memedeki kitlenin tümüyle alındığı düşünülen durumlarda bile saptanamayan kanser hücreleri tedavi dönemi sonrasında kanserin yeniden alevlenmesine yol açabilmektedir. Nükslerin çoğu tedaviyi takip eden 2-3 yıl içinde ya da daha sonrasında ortaya çıkmaktadır. Sadece ameliyat bölgesinde ortaya çıkması durumunda lokal nüks olarak tanımlanır. Bazı durumlarda nüks, metastatik kanser olarak görülmektedir.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Meme kanseri meme bölgesine odaklı (lokal) ya da tüm beden sistemlerini ilgilendiren (sistemik) biçimde yapılabilmektedir. Bazı hastalarda her iki yöntem de kullanılmaktadır.
Lokal tedavide meme kanserine özgü alan üzerinde tedavi uygulanır. Lokal olarak uygulanan tedavi yöntemleri cerrahi ve radyasyon tedavisidir. Bu yöntemler meme dokusundaki kanserin ortadan kaldırılması için kullanılmaktadır. Meme kanserinin bedenin diğer bölümlerine yaygınlaştığı durumlarda lokal tedavi bu kez kemik, akciğer gibi yayılım (metastaz) olan bölgedeki kanserin tedavisinde kullanılmaktadır.
Sistemik tedaviler ile tüm beden üzerinde kanser mücadelesi yapılmaktadır. Kemoterapi, hormonal tedavi ve biyolojik tedavi gibi tedavi yöntemleri buna örnektir. Bazan sistemik tedavi uygulamaları, tümörün küçültülebilmesi için lokal tedaviden önce tercih edilir.

Cerrahi, meme kanserinin en sık kullanılan tedavi yöntemidir. Farklı cerrahi tedavi uygulamaları bulunmaktadır.

Kanserli bölgenin alındığı ancak meme dokusunun bütünlüğünğn korunduğu, memeyi koruyucu cerrahi yöntemler bulunmaktadır. Lumpektomide yalnızca kanserli kitle çıkarılmaktadır. Kısmı mastektomide ise meme dokusunun bir bölümü çıkarılmakta, geri kalan bölümü korunmaktadır. Bu işlemlerin ardından çoğu hasta, kalma ihtimali olan kanserli hücrelerin yok edilebilmesi için radyasyon tedavisi almaktadır.

Mastektomi ameliyat ise meme tümüyle çıkarılmaktadır. Plastik cerrahi teknikleriyle memenin yeniden yapılandırma (meme rekonstrüksiyonu) ameliyatı da mastektominin hemen ardından uygulanabilmektedir. Bazı durumlarda bu uygulama sonraya bırakılmaktadır.

Çoğu cerrahi girişimde aynı zamanda koltukaltı bölgedeki lenf bezleri de çıkarılmaktadır. Alınan materyal daha sonra kanser yayılımı bakımından incelenmektedir.
Radyasyon tedavisi (radyoterapi) kanserli bölgeye odaklanan yüksek enerji yüklü ışın gönderilerek kanser hücrelerinin tahrip edilmesi ilkesine dayanır. Radyasyon uygulaması, bir makina aracılığı ile dışardan olabileceği gibi, kimi durumlarda kanser kitlesinin içine yerleştirilen tüpler aracılığı ile doğrudan meme dokusunun içinden de yapılabilir. Bazı durumlarda her iki yöntem de birlikte uygulanabilir.

Radyoterapiye genellikle ameliyatlardan sonra başvurulmaktadır: Özellikle de meme dokusunu koruyucu ameliyatlardan sonra. Radyasyon, ameliyat sonrası meme dokusunda kalan kanserli hücrelerin ortadan kalkmasını sağlamaktadır.

Radyason tedavisi, cerrahiden önce de uygulanabilir. Buna kemoterapi veya hormonal tedavi eşlik edebilir. Bu yöntemin amacı kitlenin ameliyat öncesi dönemde küçültülmesi ve kanserin sınırlanmasıdır.

Kemoterapi kanserli hücrelerin imha edilmesinde ilaçların kullanıldığı yöntemdir. İlaçlar hap/kapsül gibi ağızdan alınabilen ya da enjeksiyon ile uygulanan biçimlerde olabilmektedir. Her durumda ilaçlar kan akımına karışmakta ve tüm bedende dolaşmaktadır.
Kemoterapi çoğunlukla hastaneye yatmayı gerektirmeyen bir tedavi yöntemidir; ancak bazı durumlarda yatış gerekebilmektedir. Bu kararın verilmesinde kullanılan ilaçlar, hastanın genel durumu gibi faktörler etkili olmaktadır.

Hormonal tedavi sürecinde büyüme ve çoğalma için gerekli olan hormonların kanserli hücrelere ulaşması engellenmektedir. Bu tedavide hormonların çalışma biçimlerini değiştiren ilaçlar kullanılmaktadır. Bazı durumlarda overler gibi hormon üreten organların çıkarıldığı cerrahi girişimler yapılabilmektedir. Kemoterapi gibi hormonal tedavide de bedenin diğer hücreleri işlemlerden etkilenebilmektedir.

Biyolojik tedavi, kansere karşı bedenin doğal direnç mekanizmalarının güçlendirildiği bir tedavi yöntemidir. Örneğin “insan epidermal büyüme faktörü reseptörü-2 (HER-2)” olarak bilinen maddeye çok yakın özellikte bir maddeden hazırlanan bir ilaç, meme kanseri hücrelerini hedeflemekte ve bu hücrelerinbüyümesini yavaşlatmakta ya da durdurmaktadır.

MEME REKONSTRÜKSİYONU

Mastektomiden sonra bazı hastalar meme formunda bir protez kullanmaktadır. Bazı hastalar ise, meme formunun plastik cerrahi uygulamaları ile yeniden biçimlendirildiği meme rekonstrüksiyonu ameliyatını tercih etmektedir. Her iki yöntemin de avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır.

Meme formunun yeniden oluşturulmasında farklı yöntemler bulunmaktadır: Bazı yöntemler bir takım implantların yerleştirilmesi yoluyla uygulanır. Bunlar tuzlu su yada silikon kullanılarak hazırlanmış olabilir. Bazı durumlarda ise meme dokusunun yerini almak üzere, hastanın bedeninin başka bölümlerinden doku aktarılır.

Hasta henüz tedavinin ilk aşamalarından başlanarak bu yöntemler konusunda bilgilendirilmelidir.

Meme formunun şu ya da bu biçimde yeniden oluşturulması, bu olasılığın hasta tarafından başlangıçtan itibaren bilinmesi bazı sıkıntılı dönemlerin sağlıklı bir biçimde atlatılmasına katkı sağlayabilir.

REHABİLİTASYON

Meme kanseri tedavisinin önemli bir unsuru rehabilitasyondur. Hastanın çevresi ve sağlık ekibi hastanın bir an önce normal yaşamına dönebilmesi için destekte bulunmalıdır.

Cerrahiden sonra kol ve omuz egzersizleri yapmak hastanın yeniden önceki gibi hareketlenmesine ve güçlenmesine yardımcı olmaktadır. Bu egzersizler aynı zamanda boyun ve sırtta hareket kısıtlılığı ve ağrıları da azaltmaktadır. Dikkatli biçimde planlanmış egzersizler, hekimin önerileri doğrultusunda olanaklı ilk fırsatta, yavaş ve yumuşak biçimde başlatılmalı; dereceli biçimde artırılmalıdır.

Ameliyatı takip eden dönemde rastlanan lenfödem sorununu, bazı egzersizler ve kolun bir yastık araclığı ile yüksekte tutulması önleyebilmektedir. Eğer lenfödem oluşursa, elastik sargılardan masaja, bazı ilaçlara dek çok farklı uygulamalar ile sorun azaltılabilmektedir.